Bilimselliğe ne kadar önem verdiğimiz sorusunu bir kenara bırakalım, artık ülkemizde “bilim insanı” olduğunu iddia edenlerin ne kadar bilimsel olduğunu sorgulamak gerekiyor. Bugün sosyal medyada, televizyon programlarında milyonlarca kişiye ulaşan popüler konuşmacıların verdiği bilgiler ne kadar güvenilirdir? Çok değer verilen A profesörünün söyledikleri veya çalışmaları ne kadar doğru, özgün ve bilimseldir?
Dünyanın en önemli bilim dergilerinden Science’da bu yıl yayınlanan bir çalışma, yanlış bilgilerin sosyal mecrada doğru bilgilerden 3 kat daha hızlı ve fazla yayıldığını ortaya koydu. Peki yanlış bir bilginin özellikle halk sağlığı söz konusu olduğunda ne kadar zararı olabilir? Toplum sağlığını tehlikeye atacak kadar çok!
Popüler profesörler, modern bilimi, ilaç endüstrisini suçlayarak hiçbir kanıta dayanmayan bilgileri, kendilerinin doğru söylediğine vatandaşı inandırmaya çalışır. Oysa modern bilim zaten kendi içinde ilaç firmalarının veya araştırmalardaki yanlışlıkların düzeltilmesi için de çabalar. İşte o örneklerden en çarpıcı olanı:
Dünyada, 1960’lı yıllarda 20 binden fazla kişinin etkilendiği bilinen büyük bir felaket gerçekleşti. Almanya’da, hamilelikte sabah bulantılarını önleyecek bir ilaç, büyük reklam kampanyalarıyla halka sunuldu. 46 ülkede 65 ayrı marka altında satışı gerçekleşti. Ancak binlerce hamile tarafından tüketildikten ve 10 binden fazla kusurlu bebek dünyaya geldikten sonra aslında bu ilacın hamileliğin ilk 60 gününde anne karnındaki fetüse zarar verdiği bulundu. Bu tıp tarihinde ‘Talidomid Faciası’ olarak yerini aldı.
Bazen de ilaç firmaları tarafından yönlendirilen bilimsel araştırma dergileri elimizi kolumuzu bağlayabiliyor. Bunun bir örneği; Amerika Pittsburgh Üniversitesi’nde çalışmalar yürüten Türk bilim insanı Prof. Dr. Erdem Cantekin’in başına geldi.
Cantekin, her yıl 30 milyondan fazla çocuğa ortakulak iltihabı için reçete edilen antibiyotiklerin, iyileştirmek yerine hastalığı daha da şiddetlendirdiğini savunan bir makale yayımladı. Ancak ilaç firmaları o dönemde araştırmacılara yaptıkları milyon dolarlık kişisel desteklerle, Cantekin’in bilimsel araştırma dergileri tarafından dışlanmasına neden oldu. Laboratuvara girmesi yasaklandı, yürüttüğü görevden uzaklaştırıldı. Beş sene süren mücadelenin ardından, ABD Kongresi Soruşturma Komisyonu ilaç şirketlerinin bazı tıp araştırmalarını nasıl bilinçli bir şekilde göz ardı ettiğini, Cantekin olayını örnek vererek anlattı.
İlaç şirketlerinin desteğiyle Cantekin’in makalesine karşı yanıltıcı makaleler yayınlandı. Cantekin sonunda mücadelesini kazandı ama bu yaşadıkları sadece bilimsel yazıların değil aynı zamanda bunları yayınlayan editörlerin ve dergilerin de bilimsel etiklik taşıması gerektiğinin önemini ortaya koydu.
Diğer taraftan özellikle teknolojinin ve sosyal medya kullanılırlığının yaygınlaşmasıyla yanlış bilgilendirmelerin kamu sağlığı üzerindeki zararları daha görünür hale geldi. Bunun ülkemizdeki en bilindik örneği, TRT’nin tek televizyon kanalı olduğu zamanlarda “zakkumun kansere çare” olduğu ile ilgili verilen haberlerdir. Bu haberi izleyen bir kişi, zakkum çiçeğini kaynatıp içerek hayatını kaybetti. Bu olayla birlikte, artık medyanın özellikle sağlık konusunda yaptığı haberlerle ilgili kamusal sorumluluğu gündeme geldi. Anlaşıldı ki, bilimsel kanıtların yeterli olmadığı yöntem ve çalışmalar, halk üzerinde geri dönüşsüz acılara yol açabiliyor.
Dünya Sağlık Örgütü de, yayılan yanlış bilgilerin önüne geçmeye ve farkındalığı artırmaya çalışıyor. Mart 2011’de Japonya’da meydana gelen depremin ardından, Fukushima nükleer santralindeki olası radyasyon sızıntısı, sosyal platformlarda bir dizi söylentinin yayılmasına neden oldu. İyotlu sofra tuzu radyasyon etkileri azaltır denildi, insanlar tuz stoklaması yaptı, hipertansiyon riski arttı ve tiroid hastalıkları sıklaştı. Dolayısıyla, halk sağlığı söz konusu olduğunda, bilgilerin doğru ve güvenilir olması çok önemli. Bunun için de kanıta dayalı bilim yapan bilim insanlarının, yanlış ve çarpıtılmış gerçeklere, bilim ahlakına aykırı davranışlara karşı sert yanıtlar vermesi gerekiyor.
Peki kanıta dayalı sağlık nedir? Bir ilacın, bir besinin yararlı ya da zararlı olup olmadığını anlamak için bilimsel veriler elde etmek anlamına geliyor. Bu bilimsel sonuçlara, binlerce, on binlerce kişide yaptığı etkiler dikkate alınarak varılır. Yani ‘Ben kullandım hastama çok iyi geldi. Kanseri yendi, migren ağrıları ortadan kalktı’ demekle olmuyor!
Türkiye’de bilimsel etik anlayışı
Boğaziçi Üniversitesi, 2007-2016 yılları arasında yazılmış 470’i yüksek lisans ve 130’u doktora tezi olmak üzere toplam 600 tezin orijinallik açısından bir analizini yaptı. Bu tezlerin yüzde 34’ünde ağır intihal yani bilimsel hırsızlık olduğu görüldü. Bu çalışmaya göre; dünyada yüzde 15 olan benzerlik seviyesi, Türkiye’de yüzde 28.5. Kısacası, kanıta dayalı bilimin meşalesini tutan yüksek kürsülerimiz, bilimsel ahlaka sahip bilim insanları yetiştirmiyor.
Hiç var olmayan uydurma veriler üretilebiliyor, araştırma sonuçları çarpıtılabiliyor, bir de çok sık olarak başkalarının fikirleri atıf yapılmadan kullanılıyor. İntihal adını verdiğimiz aşırma olarak da adlandırılabilecek olan bilimsel hırsızlık, çok çeşitli şekillerde yapılabiliyor. Başkalarının çalışmalarının tümü veya bir kısmı kopyalanıyor, kelimeler değiştirilerek intihal tarama programlarından geçmesi sağlanıyor ya da başkasının düşüncesi etrafında şekillenen bir metin oluşturuluyor. Türkiye’de belli yaptırımlarla bu durum engellenmeye çalışılmakta. Bilimsel faaliyet yürüten her kurumda, yasa ve yönetmeliklerle hem öğrenci hem de akademisyenlere cezalar uygulanıyor. Ancak sonuçlar gösteriyor ki, cezalar caydırıcı olmamakta, aslında eğitimle önce bilimsel etiklik kavramını kazandırmak gerekiyor.
Bilim insanının özellikleri nelerdir?
Bir taraftan bilim dünyasındaki yanlışlar diğer taraftan da bu yanlışları örnek göstererek hiçbir kanıta dayanmayan bilgileri halka sunarak ‘yanlış üstüne yanlış’ yapanlar varken nasıl doğruyu öğreneceğiz? İşte bu konuda bize yol gösterici olabilecek ipuçları:
- Sosyal medya ve televizyonlarda gördüğünüz kendilerini bilim insanı olarak lanse eden kişilerin sözlerine kulak vermeden önce bilimsel özgeçmişlerini incelemek son derece önemli. En son ne zaman bilimsel bir araştırma yapmış veya hangi bilimsel toplantıda yer almış? sorularına cevap arayarak doğru ve yanlış kişileri ayırmalıyız. Bilim insanları günceldir, okur, araştırma yapar ve dünyada olup biten her türlü bilimsel gelişmeyi takip eder. Verdikleri bilginin bilimsel gerçekliği olmalıdır.
- Bir çalışma ortaya koyacak olan bilim insanı hem fikir üretme hem bu fikri uygulamaya geçirmede, sabırlı ve disiplinli hareket etmelidir. Kendi çabasını ortaya koymalı, başkalarının emeği üzerinden “bilim” yapmaktan kaçınmalıdır.
- Topluma yansıtılan önerinin gerçek verilere dayanması gerekir, internet üzerinden dolma verilerle veya yabancı kitaplardan kopya edilecek kendi fikrimiz gibi verilmesi sağlığımız için büyük zararlar doğuracaktır.
- Meraklı olma ve bilginin kaynağını sorgulama isteği, bir bilim insanını geliştirecek olan özelliklerdir.
- Bilimsel görüş, ne zamana, ne yaşanılan coğrafyanın kültürel özelliklerine, ne inanca, ne de politik görüşe bağlı olamaz. Öznel değildir. Toplum tüketimi için, belli çıkarlara hizmet etmek için kullanılmaz.
- Yayıncılıkta bilim etiğine uyulması gerekiyor. Dünyada özellikle tıbbi makaleler, özellikle bir de büyük bir finansal desteğe ihtiyaç duyuyorsa, ilaç dünyası tarafından besleniyor. Bu da bilimsel tarafsızlığın yok olmasına, ticari menfaatleri destekleyen veriler sunulmasına neden oluyor.
Kısacası, televizyon kanallarındaki flaş haberleri, medyatik kişilerden duyduğunuz söylemleri ve hatta kişilere menfaat sağlama olanağı bulunan büyük bir piyasası olan ürünlerle ilgili her türlü yazıları, bilimsel bir bakış açısıyla değerlendirmeniz gerekiyor. Bakın bakalım falan popüler hoca o çıkarıma hangi çalışmayla varmış, sürekli önünüze çıkan mucize haberlerin kaynakları neymiş? Bilim etiğine ve bilim insanlığına daha çok değer verilecek bir yıl olması dileğiyle…