Tıpta zamana karşı yarıştığımız hastalıklar vardır, felç bu hastalıklardan bir tanesi. Ne kadar gecikirsek beynimizin bir parçasını kaybediyoruz, felç böyle bir hastalık. Peki, kimler felç riski taşıyor? Gelin yakından bakalım.
Vücutta kalbin pompaladığı kan hacminin yüzde 20’si beyne gidiyor. Kalpten çıkan damar önce beyni besler sonra vücudun diğer organlarına kan verir. Bu nedenle kalpten kan akışı başladığında öncelikle beyne pıhtı gitme olasılığı her zaman yüksektir. Beyne giden pıhtı sadece kalpten değil, beyin damarları da yaş ilerledikçe yaşlanıyor ve damar sertliği dediğimiz bir süreç ortaya çıkıyor. Bu da damar üzerinde pıhtılar oluşturabiliyor bu pıhtılar da beyine gidiyor.
Kalpten çıkan ana damarı ağaç kökü gibi düşünelim. Ağacın uç dalları da küçük damarlar olsun, pıhtılar kökten çıkıp yol üzerinde tıkanmaya neden olabilir. Dallar tıkanırsa beynin beslenmesi bozulur, küçük damar tıkanırsa daha hafif büyük damar tıkanırsa daha ağır hasara yol açar. Kalpten çıkan bu damar dalları beyin derinlerine doğru giderek daralıyor. Pıhtı ne kadar büyükse damarı o kadar erken tıkıyor ve ortaya çıkardığı hasar daha fazla oluyor. Felç aniden ortaya çıkan beyin fonksiyonlarında kayıpla sonuçlanan bir durumdur.
Her yıl yaklaşık 200 bin kişi felç geçiriyor
Ülkemizde her yıl yaklaşık 200 bin kişi felç geçiriyor. Geçen her 40 saniyede bir kişi felç geçirmekte; üç dakikada bir kişi de felç nedeni ile yaşamını yitirmektedir. Felç son 20 yıla kadar Dünya Sağlık Örgütü listesinde ölüm nedenleri arasında 3. sıradaydı. Ancak özellikle son 20 yıldır tanı ve tedavi alanında hızlı gelişmeler sayesinde tedavi edilebilir bir hastalık durumunda ve bu tedavinin başarılı olması için erken davranmak hayati önem taşıyor.
Acil durumlarda hızlı ve başarılı tedavi için felç konusunda deneyimli merkezlerin belirlenmesi ve acil hizmetinin hastaları bu merkezlere ulaştırmaları gerekmektedir. Felç tedavisi, hem sürecin iyi değerlendirilmesi ve hem de kullanılacak tedavi yöntemlerinin hastadan hastaya değişkenlik göstermesinden dolayı kişiye özgü bir tedavidir. Felç ile mücadelede tek bir hekim değil multidisipliner konusunda yetkin bir ekip birlikteliği önemlidir.
Felç riskim olup olmadığını nerden bilebilirim?
Tıpta zamana karşı yarıştığımız hastalıklar vardır, felç bu hastalıklardan bir tanesi. Her geçen zaman beyindir diyoruz çünkü zaman geçtikçe sağlık merkezine ulaşmaya ne kadar gecikirsek beynimizin bir parçasını kaybediyoruz, felç böyle bir hastalık. Felç deyince bizden uzak sayılıyor ama çok yakınınızda olabilir. Herkesin başına her an gelebilir. Bugün engelli değiliz ama yarın olabiliriz. Özellikle risk grubunda olan kişiler önemli.
Felç risk faktörleri dediğimiz tetikleyici nedenleri bilmek önem taşıyor. Genç yaştan itibaren felci görüyoruz ama yaş ilerledikçe risk artıyor. Yine kadınlarda felci biraz daha sık görüyoruz ama yaş ve cinsiyet yanında en önemli kolaylaştırıcı etkenler damarsal risk faktörleridir. Sigara ve alkol kullanımı, yüksek tansiyon, yüksek kolesterol, diyabet hastalığı, obezite, egzersiz yapmama hareketsiz yaşam gibi bir veya birden fazla risk faktörü olan özellikle 60 yaş üzeri kişilerin ciddi bir risk altında olduğunu bilmesi lazım. Bu risklerin tespit edilmesi önemli.
30 yaşından itibaren zarar görmeye başlıyoruz
Ayrıca özellikle atrial fibrilasyon olarak isimlendirdiğimiz kalpteki ritim bozukluğu veya önceden kalp krizi geçirmiş, kalp yetmezliği olan kişiler yüksek felç geçirme riski taşırlar. Bahsettiğimiz bu risk faktörleri çok genç yaşlarda beslenme düzenimiz yaşam şeklimize bağlı olarak inmeye zemin hazırlıyor ve sıklıkla 30 yaşından itibaren sağlığımız zarar görmeye başlıyor.
Toplumda felcin en sık görüldüğü yaş 60 yaş üzeri olmasına rağmen 40-45 yaşlarına gelince damar sertliği riski belirgin hale geliyor. Özellikle ailede bu risk faktörlerinden herhangi birinin varlığı söz konusu ise kişinin daha dikkatli olması gerekiyor. Annenizde hipertansiyon varsa sizin çok daha erken yaşlarda yaşam şekli ve beslenme düzeninizi ayarlamanız ve bu riske karşı önlem almanız felç geçirmenizi önleyecektir.